Makaleler

Nurettin Canikli OHAL’i hissetmemiş! Ya Gezi ve Tekel korkusunu?

Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin OHAL’e dair sözleri, devletin, bugün onun kaptan koltuğunda dümeni elinde tutan AKP’nin, geniş emekçi yığınlara, halka ve toplumsal gelişmelere bakışını özetler nitelikte. Türkiye Katılım Bankaları Birliği’nin Çırağan Sarayı’nda gerçekleştirilen 16. Olağan Genel Kurulu’nda konuşan Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, 16 Nisan sonrası daha güvenli bir Türkiye olduğunu iddia etti. Canikli konuşmasında şöyle buyurdu: “… Yeni dönemin önemli bir parametresi de daha özgür bir Türkiye. Özgürlükle ilgili bütün düzenlemeleri yaptık. Özgür bir Türkiye algısını kısıtlayan ne varsa hepsinin ortadan kaldırılacak.”

Canikli’nin tartışmaya değer bulduğumuz en önemli açıklamaları ise yaşama geçirilen OHAL uygulamalarına yönelik yorumu: “OHAL var Türkiye’de… Klasik anlamda OHAL’in temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasıyla ilgili imkân veren o düzenlemeler hayata geçirilmiş olsaydı, öyle bir anlayış olsaydı, doğru olurdu bu düşünce… Hiçbir fert, hiçbir vatandaş kendisinin özgürlük alanını kısıtlayan hiçbir dönem olmamıştır bu OHAL’in uygulandığı dönem içerisinde… Temel hak ve hürriyetleri kullandırma, geciktirme engelleme anlamında hiçbir adım atmadık… Hiç kimse de bunu hissetmedi zaten. Hiçbir vatandaşımız OHAL’ın bu yönünü hissetmedi. Sayın Başbakanın söylediği gibi, esas itibariyle OHAL’i kendimize ilan ettik. Daha özgür bir Türkiye ile OHAL bir çelişki değil.”

Canikli’ye göre, 15 Temmuz’un hemen sonrasında uygulamaya sokulan ve neredeyse bir yılı bulacak OHAL’i kimse hissetmedi, hiçbir temel hak ve özgürlük kısıtlanmadı!!! Canikli’nin bu çok iddialı sözleri, bir bakıma geride kalan süre içinde yaşananlara devlet katının yaklaşımını yansıtıyor. Devleti ile bütünleşmiş, onun her sözüne ve talimatına harfiyen uyan vatandaşı, bireyi, makul ve makbul vatandaş olarak kabul eden, bunun dışında kalanları ise yok sayan bir felsefe ile hareket edildiği açık. Kendisi gibi düşünmeyen, yaşama geçirdiği politikalara itiraz eden, kabul etmeyenleri çemberin dışında, “terörist”, “vatan haini”, “bölücü”, “milletin huzurunu bozanlar” olarak yaftalayan bir yaklaşımın OHAL değerlendirmesinin farklı olmasını beklemekte saflık olurdu herhalde. 16 Nisan referandumu sürecinde, halka soralım diyerek süreci başlatan kendileri olmasına rağmen “Hayır” diyenlere demediğini bırakmayan AKP’nin, milletten ne anladığını bir yığın pratikte gördük, tecrübe ettik.

Bugün AKP’de ifadesini bulan, toplumun bir bölümünü diğerine karşı kutuplaştırma ve bu kesimleri yok sayma, bunlara yönelik her uygulamayı meşru görme anlayışına yabancı değiliz. Ne var ki gerçek, bir devletlûnun iki dudağı arasında çıkan sözlerle yok sayılacak bir olgu değildir. Ne kadar yok sayılmaya çalışılırsa çalışılsın gerçekler er ya da geç su yüzüne çıkacak bir yol bulur. Ve toplumsal çelişkilere yön veren yasalar elbet hükmünü sürdürür.

 

Kamuda ihraç seferberliği

12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’nı aratmayacak düzeyde ağır politikaların yaşama geçirildiği ve çok geniş yığınları etkileyen, sarsan, mağdur eden OHAL’in bu gerçekliğini yok saymak, AKP’nin nasıl bir Türkiye ve toplum tahayyül ettiğini de gösteriyor. Meclisin baypas edildiği, devletin yaklaşık bir yıldır KHK’larla yönetildiği, 16 Nisan referandum sonuçlarının hile ile çalındığını, çarpıtıldığı, bir tablo içinde Canikli’nin sözleri, Nazi faşizminin “yalan söyleyeceksen büyük söyle” felsefesine uygun görünüyor.

Hatırlanacağı üzere, 21 Temmuz 2016’da ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL), 19 Ekim, 3 Ocak ve 18 Nisan tarihlerinde üç kez uzatıldı. Darbe girişiminden bugüne 24 kanun hükmünde kararname (KHK) yayımlandı. Bu KHK’ların başlıca icraatları on binlerce insanı hukuk yolu kapalı olmak üzere, sorgusuz sualsiz işinden atmak oldu.

En son KHK 29 Nisan’da yayınlanırken, kararnamelerle 102 bin 152 kamu emekçisi görevlerinden ihraç edildi. 672 sayılı KHK ihraç konusunda rekor kırdı, 50 binden fazla kamu çalışanı görevden men edildi. En fazla ihraç Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve TSK’dan yapıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan 33 bin, İçişleri Bakanlığı’ndan 24 bin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ise 10 bin kişi tasfiye edildi. Bu üç kuruluşu, sırasıyla Sağlık Bakanlığı (6 bin 632), YÖK (6 bin 419), Adalet Bakanlığı (5 bin 348) ve yargı kurumları (4 bin 512) izledi. İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan ihraçların 20 bini polis, MEB’ten ihraç edilen personelin 30 bini ise öğretmen oldu. Bu süreçte 5 bin 219 akademisyen ihraç edildi. Bunlardan 372’si “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı Barış Bildirisini imzalayan akademisyenlerdi. AKP, 15 Temmuz’u fırsat bilerek bir yandan, Cemaatle işbirliği yaptığı dönemde yerleştirdiği kadroları tasfiye ederken öte yandan tüm devrimci, ilerici ve yurtseverlere, muhaliflere yönelik bir sürek avı gerçekleştirdi, gerçekleştiriyor.

 

Herkes zindanda “özgürce siyaset” yapabilir!

OHAL’in “hissedilmedildiği” en önemli alan ise temel hak ve özgürlüklere, halkın siyasi iradesine yönelik uygulamalar oldu. Sözgelimi, OHAL’in ilanından bugüne değin, Türkiye genelinde 1411 dernek ve 141 vakıf kapatıldı. HDP Eş genel başkanları olmak üzere 13 milletvekili tutuklandı. DBP/HDP’li 84 belediye eş başkanı görevden alındı, bu belediyelere devlet tarafından el konuldu, 83 belediye eş başkanı ile HDP il ve ilçe eş başkanlarından 135 kişi tutuklandı. Her gün sayısı çığ gibi artan gözaltı ve tutuklamalarla on binlerce DBP’li ve HDP’li gözaltına alınarak tutuklandı/tutuklanıyor. Adeta bir siyasi soykırım politikasını yaşama geçiren AKP, T. Kürdistanı’nda şehirlerin yerle bir edilmesi, yüzbinlerce insanın göç ettirilmesini buna paralel yaşama geçirilen toplum mühendisliğini de olağan bir uygulama olarak görüyor olmalı!

Medya, basın alanı, “hiçbir vatandaşın özgürlük alanının kısıtlandığını hissetmediği” alanlardan biri oldu. Son bir yılda çıkartılan kanun hükmünde kararnameler ile yüzlerce basın-yayın organı kapatıldı. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) verilerine göre de 159 gazeteci şu anda hapishanede. Özgürlük Evi’nin (Freedom House) 199 ülkenin basın özgürlüğünü incelediği raporunda Türkiye 163’üncü sırada yer aldı. Yine aynı raporda; basın özgürlüğü açısından Türkiye, “özgür olmayan” ülkeler arasında yerini aldı.

 

Kadın cinayeti, şiddet, grev yasakları…

OHAL altında kadına yönelik şiddetin artması, kadın cinayetlerinde rekor yaşanıyor olması da anlaşılıyor ki bay Canikli için bir anlam ifade etmiyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, sadece, Şubat 2017’de 30 kadın öldürüldü, 14 çocuk istismara uğradı,19 kadına cinsel şiddet uygulandı. Mart 2017’de ise 35 kadın öldürüldü, 63 çocuk cinsel istismara uğradı, 14 kadına cinsel şiddet uygulandı. Nisan ayında ise 30 kadın öldürüldü, 33 çocuk istismara uğradı, 28 kadına cinsel şiddet uygulandı. OHAL altında kadına yönelik suçlarda artış yaşandı, OHAL erkek ve devlet şiddetini koruyan bir şemsiye işlevi gördü. Canikli’nin lideri Erdoğan’ın izinden giderek kadınları yok sayması şaşırtıcı olmamalı.

Anlaşılıyor ki işçilerin insanca yaşanacak bir ücret ve çalışma koşulları, sendika talebi de Canikli ve şürekâsı tarafından “genel ahlaka ve toplumun huzuruna aykırı” görülüyor ve bundan sebepte dikkate alınmıyor, yok sayılıyor. Akbank’ta alınan grev kararı, daha greve çıkılmadan yasaklandı (21 Mart 2017). Bakanlar Kurulu’nun kararı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayıyla yasaklanan Akbank grevi, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana yasakladığı 11. grev oldu. 13’ü fabrika olmak üzere 26 işyerinde çalışan DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş üyesi 2 bin 200 metal işçisi 20 Ocak sabahı itibariyle greve çıktı. İşçilerin başlattığı grev, Bakanlar Kurulu kararıyla 60 gün süreyle ertelenerek fiili olarak yasaklandı. Kristal-İş, Şişecam’a bağlı 9 fabrikada toplam 5700 işçi 24 Mayıs’ta greve gitti. Grev, başlamasına 2 gün kala Bakanlar Kurulu kararıyla yine yasaklandı.

OHAL bahanesiyle her türlü eylem ve etkinliğin yasaklanması, dizginsiz polis terörü de Canikli’nin görmedikleri arasında.

Canikli ve partisi tüm bunları görmüyor olabilir ancak geniş emekçi yığınlar en son Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişinde açığa çıktığı gibi, OHAL rejimine, devlet şiddet ve terörüne karşı büyük bir öfke ve tepki biriktiriyor. Sanırız Canikli’nin gördüğü de bu olsa gerek. Nuriye ve Semih’in eylemiyle duydukları ikinci Gezi ve TEKEL korkusu da bunun bir ispatı değil mi?

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu